21 Temmuz 2016 Perşembe

Altınoluk gezisi

Yazın ortası sayılabilecek bir temmuz öğleden sonrası yola çıkıyoruz Silivri'den, ilk hedef Çanakkale üzeri Balıkesir Edremit Altınoluk,  ama orda durmak yok sahil boyunca denizi sağ yanımıza alıp İzmir Çeşme Alaçatı yapacağız. 15 temmuz 2016 başarısız darbe girişimi sonras ı hangi radyo kanalını açsak gözaltına alınan geçmişteki önemli kişiler anlatılıyor. Ben Dr. Sönmez Güdücüoğlu olarak düşünüyorumda bir Türk değilde uzaklardan bir yabancı olarak kendimize baktığınızda göreceğimiz geri kalmışlığa aldırmadan yolumuza devam ediyormuşuz meğersem, yollarda arabalar hiçbirşey olmamış gibi seyrediyor. Vazgeçilmez mola yerimiz Tekirdağ girişinde Özcanlar köftecisinde duruyoruz, akşama yetecek kadar beslendikten sonra Keşan'a giden dağ yollarına sürüyoruz aracımızı, sağımızda saroz körfezi, solumuzda Çanakkale boğazı derken Eceabat Kilitbahir'de Gestaş feribotunda soluk alıyoruz. İstisnasız rüzgarlı boğaz sularını aştığımızda vapur sonrası 100 metre ilerde sergilenen tarihi sahra topunun arkadındaki fırın cafe'den sıcak simit alıyoruz. Artık sağ arkamızda kaldı kaz dağlarının ormak kokusunu alabilmek için tavan camını açıyoruz, virajlı yolların ardından aşağıda ege denizi görünüyor, Çanakkale'nin son ilçesi Küçükkuyu sahil boyunca dizilmiş yerleşim üniteleri ve dükkanlardan oluşuyor, birkaç dakika sonra mavi bayraklı denizi ile karşımızda Altınoluk. Kaz dağlarının eteklerindeki vadiye tutunmuş küçük bir köyden temel alan ve girişimci mütaahütlerce genişletilip yığma bir şehir haline gelen, 3 aylık yaz döneminde yüzbinlerce nufusu ağırlayıp okullar açılınca sokak lambaları bile yanmayan ıssızlığa bütünen bir tatil beldesi.

Dr. Ercüment Sönmez Güdücüoğlu

25 Haziran 2015 Perşembe

Dr. Ercüment Sönmez Güdücüoğlu

1970'lerin başında Lüleburgaz'dan Düğüncülü köyüne gitmek benim için çok uzun bir seyehat olarak görünürdü , aslında toplam 25 km kadar olan mesafe yaklaşık 1 saat sürerdi ve otobüslerde sigara içmek serbest olduğu için dumandan göz gözü görmezdi vede işin kötü tarafı beni araba tutardı , kendime gelmem saatler sürerdi, köye ulaştığımda adeta bir masal diyarına adım atmış gibi hissederdim kendimi , kavurucu yaz sıcağında toprak zeminli stabilize köy sokaklarından yansıyan ısı direkt insanın yüzüne gelirdi , dolayısı ile köyde yaşayan herkes güneş altında uzun süre kallmaktan olsa gerek esmer tenli idi ve ben kısa pantolon ve kısa kollu gömleğimle onların yanında pamuk kadar beyaz olurdum hep, dolayısı ile nereye gitsem şehirli olduğum anlaşılırdı ve tüm köylü kadınları ekstra bir şevkat gösterirdi bana, tabi köydeki yerleşik çocuklarda benimle oyun olynayabilmek için yarışırlardır , şehirden gelen tek ben değildim , Hasan Gürses'lerin yanındaki evde aynı benim gibi anneannesine yazları gelen Semih diye bir arkadaş daha vardı. Onuda oyunlarımıza alırdık arada. Evimizin hemen arkasında komşu kapısı ile bağlantımız olan vir komşumuz daha vardı , akranım olan çocuğun ismini hatırlamıyorum ama sürekli Fenernahçe forması şeklinde bir tişort giyerdi. Köyün orta bölgesinde caminin karşısında kahvehaneler vardı , ve genelde köyün çarşısı gibi tüm alışveriş oarada cereyan ederdi , o zamanlar Alpullu'dan günübirlik gelen bir seyyar dondurmacı hatırlıyorum , yeşil Renault Station arabasının bagajına koyduğu termoslardan dondurma satardı, sanıyorum kepçesi 25 kuruş idi. Ben Dr. Ercüment Sönmez Güdücüoğlu olarak o yıllarda Düğüncülü köyünün hayvanlılıkla geçindiğini gözlemlemiştim , sabah gün doğumunda tüm hayvanlar otlamak üzere köy mer'asına çıkartılır ve akşamlarıda tüm hayvanlar kendi yaşadıkları evi bildikleri için kendiliğinden evlerine dönerlerdi. Biz hasanla yürümek yerine genelde koşarak ulaşım sağlardır. Akşamları her yer derin bir karanlığa gömülürdü , köyün tek ışık kaynağı dayımın işletimindeki Üçkardeşler sineması olurdu.

Dr. Ercüment Sönmez Güdücüoğlu

sonmezguducu@gmail.com